Markus Dreßler (Erfurt/Almanya)
Bonn-Bad Godesberg'de 10.-11. ocakta Alevi-Bektaşi-Kültür Enstitüsü tarafından alevi ve bektaşi dininin sorunlarını ele alan bir sempozyum düzenlendi. Alman Türkiye Araştırma Merkezi ve en büyük kısmı özel teberrularca finanse edilmiş olan kongreye tanınmış araştırmacılar, Alevi dedeleri, bir Bektaşi babası ve Alevilik-Bektaşiliğe yakın yazarlar ve aydınlar katılanların arasında idi. Alman ve türk siyasetciler de mevcut idi (almanlardan Sosyal Demokratlar ve Vertlerin temsilcileri, türklerden CHP`nin bazı üyeleri ve büyükelci Volkan Vural) şahsen katılamayanlar en azından selam mesajlarını gönderdiler (alman Sosyal Demokrat Rudolf Scharping, CHP başkanı Deniz Baykal, başbakan Mesut Yılmaz). Bu olmazsa Alevilerin seçmen olarak hem Almanya'da hem Türkiye'de ciddiye alındıklarını gösteriyor.
Alevilik tarihine dahil bazı sorunların henüz aydınlık kazanmadığı sempozyumda bir daha göz önüne sürüldü. Örneğin Alevi-Bektaşi ayrıcalığı meselesi sürekli ele alınmasına rağmen ikisinin arasındaki farklılıklar gerektiğince aydınlatılmadı. Kendisini "Alevi-Bektaşi" sayanların çoğu her iki kavramı aynı din ya da zihniyet için kullanıyor. Bu aldırmazlığın değişik sebepleri var. Bunlardan biri Alevilerin büyük bir kisminin 16/17 yüzyilin itibaren 14. asırda kurulmuş olan heterodoks bektaşi tarikatin †elebiyan kolunu zihni dinsel rehberlik ekibi olarak kabul ederlerdi. Bu ilişkiden benzer bir ibadet tarzi, büyük bir kısmı özdeş bir terminoloji ve Bektaşi tarikatin dayandığı efsanevi Hacı Bektaş Veli gibi evliyaların ortak tazmi kaynaklıyor. Buna rağmen Bektaşi ve Alevi arasında belirgin farklar var. Alevilerde kişi doğuştan itibaren bu topluluğa üyesi sayılırken topluluğuna sanki doğumla giriyor (cem birliğine girmek için özel bir nasip alma olmasına rağmen). Bektaşi tarikatine ise sadece nasip alarak girilebilir. Başka tarikatlar gibi bu tarikate 1925 yılındaki sekülarizm tedbirlerinin sonucu olarak yasaklanmıştır ve bu zamandır kamunun ötesinde gayri kanuni sanki algılanmayan bir varlığına bürünmüştür. Bügün Bektaşi ailesinden gelen ve kendini Bektaşiliğin din ve hayat anlayışına bağlı hissedenler nasip almamalarına rağmen kendilerini "Bektaşi" sayıyorlar.
Sekularizm tedbirlerinden sonra Alevilik inancının giderek azalmış bir ölcüde uygulanmasının ve nakledilmesinin sonucu olarak ve yazılı bir teslimi olmayışından Alevilerin çoğuna kendi inançları yabancı kaldı. Bonn'daki sempozyum Alevilerin dinlerini yeniden benimsemelerinin deneğimin bir sembolü olarak görülebilir. Böylece 1980'deki askeri darbeden sonra başlayan ve 90`ların başında alevi aydınların popüler ve yoğun yayınlarıyla birlikte açığa çıkan bir gelişmenin bir noktası olarak nitelenebir. Bu tarihten itibaren bazı kişilerce pek acele kaybolmuş denilen Alevilik canlanıp yinelendi ve değişti. Bu özdeşliğin yeniden teşekkülün süreç içerisinde Aleviliğin dinsel özelliği bile söz konusudur.
"Alevi-Bektaşiliğin oluşu ve süreci" diye baş konuşmasında maruf Bektaşi araştırmacı ve kongrenin hazırlığında katkıda bulunan Alevi-Bektaşi-Kültür Enstitüsü'nün fahri başkanı Prof. Irène Melikoff Alevilik-Bektaşiliği bir "sosyal sistem" olarak niteledi - din olarak değil. Alevilik-Bektaşilik bir din meselesi olmadığını ama "Islam'ın batini tefsiri" olduğunu söyledi.
Bektaşi tarikatine yakın sayılan Irène Melikoff'un belli olmayan bu vaziyetine karşı mevcut olan alevi ve bektaşi din adamlar Alevi-Bektaşiliğin şartsız dini anlayışlarını ortaya koydular. Prof. Melikoff tarafından dolaylı ortaya atılan Alevi-Bektaşiliğin özü üzerine bu sorusu dini otoriteliler için hiç söz konusu değildi. Maalesef bu kadar münazaunfih konular üzerine tartışmak için programın yoğunluğu nedeniyle tenefüsler haricinde yer yoktu. Bilimsel ve dinsel konuşmaların terkibi çok enteresandı. Aleviliğin ve Bektaşiliğin tarihiyle ilgili sorulara bilimsel ve dinsel temsilcilerden devamlı değişik cevap verildi. Ama her iki taraf ötekini çok saygılı bir biçimde yaklaştı. Aleviler bu bilgi alışverişinde Sünnilerin bügüne dek var olan önyargılarına karşı koymak isteyip toplumda düzelecek resmi bir şan bekliyor. Aynı zamanda Aleviler de Sünnileri sık sık umumileştirici bir gözle yargılıyorlar.
Alevilerin gelecekte dinlerini oluşturmalarında bilimsel olguları din tarihine ne denli alacaklarını tanrıbilimsel bakışta dikkatle takip edilecek. Alevi ve Bektaşiler aydınlatmaya ve bilime genelde olumlu bakıyor. Öte yandan bilimsel açıdan kabul edilemeyen özel evyalara irca edilen geleneklerin teslim edilmiş inancı var. Alevilerin bilim ve dinin bir şeyin iki değişik bakış açısi olduğunu başabaş yanyana durdurabilen bir tanrıbilimi oluşturabileceğini ya da dinsel ve bilimsel durumların karşıolumunda eriyip biteceğini zaman gösterir.
Aynı zamanda bilimin dine ve geleneklere karışması da eleştirebilinir. Örneğin Prof. Altan Gökalp (Paris) Alevilerin içten evlenme şartından vazgeçmelerini bunun yerine Aleviliğe girmenin serbest bıraktılmasını gerekli gördü. Bence bu bir bilim adamı için mütekebbir bir ifadedir.
Sempozyumu düzenleyenler bir kongre ciltini yayınlayacaklarına söz verdiler. Dikkatle bekleyelim.