Yeni Dönemde Aleviler Ne Yapmalı?

Yazdır

İsmail Onarlı

(30.06.2001)

Bu e-Posta adresi istek dışı postalardan korunmaktadır, görüntülüyebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir

hbv_avlu.gif (51452 bytes)1917 Ekim Devrimi ve Sovyetlerin kuruluşu; ülkemizin “Ulusal Kurtuluş Savaşı vererek Cumhuriyeti kurması”na dolaylı da olsa yardımcı olmuştur. Yine, Sovyetlerin kendini feshetmesi ülkemizin yeniden aydınlanmasını sağlayarak; “Faşist ve Şeriatçı bir mihvere oturmuş sistem”in yıkılışını hazırlamıştır. 1991’den 28 Şubat’ta kadar; Devlet yapısına yön verenler “kontrollü” bir biçimde yeniden yapılanmayı hazırlamışlardır. 28 Şubat’ta ise kesin şeklini vererek “Post-Modern Darbe” ile neşter vurmuşlardır. Bugün ülkemizdeki sancılar; sosyo-ekonomik ve siyasal-kültürel yapılanmanın yeni doğuşlarını işaretleridir. Avrupa Birliği (AB) süreci ile başlayan bu yeni dönemde Alevilerin yeri ve rolü ne olmalıdır ? Bu yazımızda Alevi sorunsalını irdelemeye çalışacağız.

FAZİLET PARTİSİ’NİN KAPATILMASI BİR DÖNEMİN SONU YENİ BİR DÖNEMİN BAŞLANGIÇI SAYILMALIDIR...

Ben, aydınlanma çağının öncülerinden VOLTAİRE (1694-1778) gibi düşünüyorum. Cepheden karşı olduğum bir fikrin yaşaması ve ifade özgürlüğünün kısıtlanmaması için mücadele veririm. Çünkü demokrasilerde çifte standart olmaz. Solcuların ve Alevilerin FP gibi partilerin kapatılmalarından bir beklentileri olmadıkları gibi toplumun yanılsaması ile de zararları vardır. Bir çok insanı öldürme zanlısı olmalarına rağmen; l980 öncesi “MHP ve Ülkü Ocakları”nın kapatılması için başlatılan kampanyaya; sırf fikir özgürlüğü açısından karşı çıkmıştım. Bu örgütleri kapatmak yerine; içinde yuvalanmış canilerin cezalandırılması gerektiğini savunmuştum. O gün yargılansalardı, Devlet içinde ki uzantıları da ortaya çıkacaktı.

Susurluk denen Çete o gün deşifre edilecekti. Bunların siyasi sorumlusu kimdir? Demirel ve Ecevit siyaseten sorumludurlar. FP’nin kapatılmasına da bu nedenlerle karşıyım. FP’si içindeki birey ya da gruplar “laik düzen”e karşı iseler yargılanmalıdırlar. Fiili cezai yaptırım uygulanmalıdır. Sadece partinin tüzel kişiliklerini kapatmakla, gerçek anlamda suçlular affa uğramış oluyorlar. Sol bir parti olsa ya da Kürt partisi (DEP gibi) kapattıkları gibi, milletvekili ve yöneticileri de yaka paça dövülerek tutuklanıp kısa sürede cezalandırılmaktadır. RP ve FP’nin kapatmaları halkı yanıltmaya yönelik “sistemin ve zinde güçlerin” göz boyama operasyonlardır. MHP ve FP partileri 1960 sonrası “Siyasal Sistemin” kucağında büyüttüğü öz evlatlarıdır. Türkiye nüfusunun %70’i “kafatasçı Irkçı ve İslam Şeriatçısı” bir kültüre sahiptir. Sistem gerici bir eğitim ile insanları bu hale getirmiş ve siyasal altyapısını hazırlamıştır. Demokrat kesimlerin bunlarla mücadelesi ancak; “Alternatif Fikri kültürel Yapılanmanın” siyasal hareketleri oluşumuyla gerçekleşir. Bugün ülkemizde böylesi bir yapılar ve siyasi hareketler yok. “Kapıkulu” devletçi oluşumlarla da bir yere varılamaz. Halkın, demokrat ve devrimcilerin, Emekçi ve İşçilerin oluşturduğu bir organizasyonla ancak “ırkçı ve şeriatçılarla”, Devleti hortumlayanlarla mücadele edilir. Yoksa havanda su döğmeye benzer. 50 yılık bir süreçte DP ve AP siyasi iktidarlarınca, 12 Mart ve 12 Eylül Askeri Darbeleri ile Şeriatçı ve Faşist hareketler beslenip büyütülmüştür. Bu toplumsal katmanlar Alevisiyle-Sünnisiyle, Türküyle-Kürtüyle; sosyal-kültürel-ekonomik olarak en geri kesimleridir. Gerici-Lümpen kitleleri bu iki partiye angaje eden sistemin kendisidir. Evren-Özal politikaları sonucunda ülkede örtülü bir savaş yaşanmıştır: PKK denen Kürt hareketini de yaratan sistemdir. Doğu ve Güney Anadolu da Feodalizmi çözmek, Tarımda kapitalizmi geliştirmek, Bölgeyi insansızlaştırmak, Kürt nüfusunu batıya kaydırarak entegrasyonu sağlamak; için vb. düşüncelerle olaylara zımnen göz yumulmuştur. Kuzey Irak Kürtleri ile federasyon düşüncesi ve Musul-Kerkük petrolleri Özal ve ekibinin iştahlarını kabartmıştır. Şeriatçı Özal’ın bu tutumu ve uluslararası eroin mafyalarının çıkarları karşılığı ülkemizde Kırk Bin İnsan ölmüştür. Tüm bu işleri bir tek Apo’ya bağlamak tam bir safdillik olur. Apo ve örgütü; çeşitli devletlerin istihbarat ve mafyaları tarafından kullanılmıştır. Doğuda ki olaylardan; Kürtçü, Faşist, Şeriatçı örgütlerin Mafyaları nâkdi olarak kârlı çıkmışlardır. Özal yönetimi ile birlikte zengin olanlar ortada, yargılananlar belli, Avrupa’dakiler çeteler ve beslemeleri herkesin malumudur. Yolsuzluk ve hırsızlıklarda dünyada en üst sıralarda yer alıyoruz.Tüm bunlar; ABD ve Avrupa emperyalizmin Türkiye üzerine oynadığı oyunlardan başka bir şey değildir.


A) 1980 ÖNCESİ GERİCİ FAŞİST SALDIRILAR

Tarihsel belleğimizi yitirmeden geçmişten ders alarak geleceğe emin adımlarla yol almalıyız. Bunun içinde 1950-1970 yıllarına, çok daha eskilere gitmeden 1974-1980 yılları arasında ki döneme kısaca değinerek hafızamızı yenileyerek güncelleştirmemiz gerekir. Yapmak istediğim kabuk bağlamış yaraları yeniden kaşımak değil, unutkanlıklarımız hataları tekrar etmememize ve yanlışlara yol açmaması bakımından; geçmişe bakmamızda toplumun her kesimi açısından yarar vardır.

1.) MHP ve Ülkücü Kuruluşları İddianamesindeki (s.160-161) bir belge döneme ilişkin olayların seyrini açıklamaktadır. MHP genel başkanı A. Türkeş’in 16.4.1971 tarihli kendi el yazması “Ahmet Karabacak Raporu”nda: “Sadece İl başkanlarının tanıyacağı ve başlarında emekli asker ve polislerin bulunacağı 10-15 kişilik gizli gerilla nizamı için teşkilatlar kurulmalıdır ve mücadele yürütmelidir. ” saptaması ve emri gelişecek olayların vehametini göstermektedir. Daha sonraları silahlı olaylara karışan bir çok ülkücünün ifadesinde bu husus doğrulanmıştır. İlk silahlı saldırı 8 Mart 1974’te İstanbul’da Atatürk Öğrenci Yurduna 35 Ülkücü Komando saldırısı ile başlar ve 24 öğrenci yaralanır. Aynı hareket 5 Temmuz’da AİTİA bahçesinde tekrarlanır. 10 Temmuz’da İzmit’te PETKİM işçilerine saldırırlar ve bir kişi öldürülür. Bu tip saldırılar ve öldürmeler Türkiye sathına yayılır. Üniversitelere ve Yurtlara saldırılar hızlanır ve öldürmeler devam eder. Sonuçta; S. Demirel başkanlığında Milliyetçi Cephe Hükümeti kurulur.

2.) TÖB-DER, 15 Ocak 1975’de 52 İlde “Hayat Pahalılığını ve Faşizmi telin eden” mitingler düzenler. Alevi ve Sünni kesimlerin bir arada yaşadığı: Malatya, Adıyaman, Elazığ, Amasya, K.Maraş, Tokat, Çorum, Erzincan gibi illerde Şubat ayında yapılan mitingler “Müslüman Türkiye” bağırışları ile silahlı saldırılara uğrar. Bu saldırılarda “İmam Hatip Okulları öğrencileri” kullanılır.

3.) MC hükümetleri ile terör tırmanır. 1974’te 6 ilde olaylar görülürken MC’nin iktidarı ile 23 İle terör sıçrar. 1976 terör ivme kazanır ve öldürme olayları giderek artar. 8 Şubat 1977’deki Bakanlar Kurulu olağanüstü toplantısında İçişleri Bakanı Oğuzhan Asıltürk’ün verdiği “Çok Gizli Rapor”unda “Milliyetçi Toplumcu kesimin ve Ülkü Ocaklarının oluşturduğu komandolarının olayların nedeni olduğunu ve bu kesimlerin devlete sızdıklarını” belirtmiştir. Bu durumu Abdi İpekçi ve diğer gazeteciler S. Demirel’e ısrarla sormalarına karşın, Demirel; “Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz!” diyerek inatla tekrarlamıştır.

4.) Olaylar 1977 yılında Uşak, Niksar, Şiran, Divriği’de devam eder. 1 Mayıs 1977’de Taksim’de DİSK’in İşçi Bayramı kutlamaları taranır ve 35 kişi hayatını kaybeder. 29 Mayıs Çiğli ve 3 Haziran Ecevit’e suikast girişimleri sonucunda, KKK.Org.Namık Kemal Ersun emekliye sevk edilir.

5.) Ecevit’in 5 Ocak 1978 de kurduğu hükümet döneminde de terör gittikçe artar. Aydınlar öldürülür. İlerici dernek ve sendikalar bombalanır. 16 Mart 1978 günü İstanbul Üniversitesi öndeki öğrencilere bombalar atılır: 5 öğrenci parçalanarak ölür ve 100 öğrenci yaralanır. (20 yıl sonra bombayı ülkücülerin attığı mahkemelerce kanıtlanır.)

6.) Malatya Gerici Ayaklanması; 17 Nisan 1978 günü Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu (Hamido)’na Ankara’dan postalanan bir bombalı paketin patlaması sonucu öldürülür. 3 gün süren İrticai Ayaklanma başlar. Alevilerin ve CHP’lilerin dükkanları yağmalanır. Alevi mahallelerine, Dernek lokallerine, solcu ve Alevilere saldırılar düzenlenir ve 2 kişi öldürülür. Şehir gericilerin silahlı saldırıları ile savaş alanına döner. 3 öğrenci hunharca olmak üzere 8 kişi öldürülür. 100 kişi yaralanır. 960 işyeri ve konut tahrip edilir. Bu gerici provokasyonundan, 17 Nisan saat:17.30’dan 10 saat önce ÜGD-MHP ile İlim Yayma Cemiyeti’nin “İslam için silaha sarılma” cihat çağrısı bildirileri şehirde dağıtılır. Gerici-Faşist ayaklanmanın nedeni; MHP ile arası açık olan Belediye Bşk.Hamido’nun CHP’ye geçişini engellemek (M.Ali Birand 12 Eylül 04.00) ve öldürülme olayını da solcuların üzerine atmak, Alevi-Sünni çatışması yaratmaktır. Aynı bombalı paketten bir tane Pazarcık CHP İlçe Başkanına gönderilmiş eline ulaşmadan postahane de patlamıştır. Bir diğer bombalı pakette Adıyaman Em. Md. Abdülkadir Aksu’ya (şimdiki FP.Milletvekili) gönderilmiş, patlamadan etkisiz hale getirilmiştir. Nisan ayında gönderilen bu üç bomba da aynı elden çıkmıştır. Bu üç yerde de aynı anda Gerici Ayaklanma hedeflenmiştir. Bu olaylara ilişkin daha sonraları Sıkıyönetim Eşgüdüm toplantısında Başbakan Ecevit’e verilen raporlar hasıraltı edilmiştir.

7.) Alevilerin bulunduğu Erzurum-Erzincan-Elazığ-Malatya-K.Maraş-Sivas-Yozgat-Kayseri-Tokat-Amasya-Çorum çemberinde özel provokatif yöntemler uygulanır ve sürekli halk diken üstünde tutulur. 3-4 Eylül günleri Sivas’ta faşist gericiler Alevi mahallelerine saldırıya geçerler. Aynı günler Elazığ ve Malatya da toplam 15 kişi öldürülür. Yurt genelinde de öldürme olayları devam eder. 8 Ekim gecesi Ankara Bahçelievler de 7 TİP üyesi genç öldürülür. Tek tek Prof., Eğitimciler, gazeteciler ve aydınlar kurşunlanır kimisi ölür kimisi yaralanır. Ölüm olayları aylık ortalama 25 kişiyi geçer.

8.) Maraş Katliamı: “Güneş Ne zaman Doğacak” isimli Sovyet aleyhtarı filmin Çiçek Sineması’nda 19 Aralık 1978 günü gösterimi esnasında Ülkücü Ökkeş Kenger’in bomba atması ile başlar. Bu provokasyonla sağcılar solculara ve Alevilere karşı kışkırtılır. Sinemadan çıkan topluluk “Müslüman Türkiye” sloganları ile CHP binasını tahrip ederler ve PTT binasını taş yağmuruna tutarlar. Ertesi günü 2 TÖB-DER’li öğretmen öldürülür ve Alevilerin iş yerleri işaretlenir. 22 Cuma hazırlık yapan Gerici Faşistler; 23 ve 24 Aralık günleri gruplar halinde,silahlı, sopalı, baltalı olarak saldırıya geçerler. Alevilere ait dükkan ve evler ile polis araçları ateşe verilir. Ele geçirdikleri kadın çocuk demeden öldürülür. Resmi Rakamlara göre toplam ölü sayısı 111 kişi olarak gösterilmiştir ki, gayri resmi bunun iki katı olarak da belirtilmektedir. Yaralı 1000 kişinin üstündedir. 552 Ev, 289 Dükkan ve 8 Araç yakılmıştır. Bu Gerici Faşist Ayaklanma için Tercüman Gazetesi yazarı Ahmet Kabaklı şöyle demektedir: “Binicisini beğenmeyen asil bir kısrağın şahlanışı”. Evet sağcı milliyetçi yazarlar katilleri böyle tanımlamaktadırlar. Dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı; Maraş Olayları ile ilgili hazırladığı raporda, “Katliam Planlayıcılarının 26 seyyar piyango bayisi görünümünde şehre geldikleri saptanmıştır.” Bu olaydan sonra İrfan Özaydınlı bakanlıktan istifa etmiştir. Atatürk’ten sonra Türkiye’nin en genç Orgenerali olan İrfan Özaydınlı’yı dönemin Başbakanı S. Demirel; Hava K.K.lığına getirmemiştir. Dürüst, namuslu ve onurlu bir insan olan İrfan Özaydınlı neden bakanlıktan istifa etmiştir ? Bizim kanımızca olaylara karışanları ismen tesbit etmiş, yetkili ve etkili organlarda tartışılmış ama bir işlem yaptıramamıştır. Bu nedenle de Cumhurbaşkanı F.Korutürk ile görüşerek istifa etmiştir. İrfan Özaydınlı “Hakk’a yürüdüğünde” cenazesi Üsküdar Selimiye Camisi’nden kaldırılmıştır. Devletine yıllarca hizmet etmiş bir Orgeneralinin ve Bakanının cenaze törenine siyasiler rağbet etmemiştir. Ecevit ve ekibinden de kimse gelmemiştir. Silah arkadaşlarının omuzlarında defnedilmiştir. Eğer bu insan bankaları hortumlasa, devleti dolandırsa, uçak alım satımlarında rüşvet alsa idi; siyasilerden tutun da (.?.) kimlere kadar herkes orada olurdu. Şeref ve namus timsali bir insan olan Orgeneral İrfan Özaydınlı’yı saygıyla anıyor ve ruhunun şad olmasını Hakk'dan diliyorum...

9.) Çorum Olayları: MHP Gn.Bşk.Yrd. Gün Sazak 27 Mayıs 1980 Ankara’da vurularak öldürülür. Kanser tedavisi görmekte olan Gün Sazak’ın ömrünün çok az kaldığı bilinmektedir. Neden öldürüldüğü bugün bile muammadır. Bu olayı bahane eden MHP ve ÜGD’ye bağlı örgütler yurt genelinde saldırıya geçerler. Ankara, Manisa, Eskişehir, Bursa, Adana, Sakarya, İzmir, Çorum, Merzifon, Artvin, Kars, Diyarbakır, Kütahya, Trabzon, Sivas,Kırşehir Ordu, Samsun’ da öldürme, bombalama olayları gerçekleşir. 28 Mayıs Çarşamba günü Çorum’un ana caddesinde toplanan gerici-faşist güruhu “Kanımız aksa da zafer İslamın, kana kan intikam, Müslüman Türkiye” sloganı ile Alevilere ve Solculara saldırıya geçerler; öldürme, yaralama ve iş yeri tahribatları başlar. Ağır silahların kullanıldığı bu olaylar 4 Temmuz akşamına kadar sürer. Sonuçta 50’nin üstünde Alevi ve solcu insan öldürülür ve 200 kişi yaralanır, 100 üzerinde işyeri tahrip edilir. Çorum Olayları sırasında bölgeden sorumlu olan 15. Piyade Tugay Komutanı Tuğgn.Şahabettin Esengün emekli olduktan sonra 8 Haziran 1986 tarihli Nokta dergisi’nde ki söyleşide “Hemen Çorum’a gittim. Gördüğüm manzara dehşet vericiydi.Tamamen Alevilere ait olduğunu öğrendiğim bir kısım dükkanlar yakılmış, yıkılmış, tahrip olmuştu.”

10.) 1979 yılında da olaylar hızla devam eder. Ülke çapında ki bu terör olaylarının arka planında ne vardı ? T. Özal’ın 24 Ocak1980 Ekonomik Kararları başlatılır. Ağustos-12 Eylül 1980 arası 42 günde 571 kişi hayatını kaybeder. Ve olaylar; 12 Eylül’de K.Evren’in öttürdüğü düdükle bıçak gibi kesilir ve sona erer.Yedi yılık dönemde toplam; 5388 Kişi öldürülmüştür. Ölenlerin içinde; Öğretim üyelerinden güvenlik görevlilerine, Sağ ve Sol görüşlülerden sıradan insanlara kadar geniş bir yelpazede toplumun her kesiminden yurttaşlar vardır. Bu olayları hiç bir zaman unutmamalıyız ve hafızamızda çanlı tutmalıyız ki; Alevisiyle Sünnisiyle bizi kullanmak isteyenlere alet olmayalım.


B) ALEVİLERİ SİSTEME ENTEGRASYON PROJESİ

Yeni bir dönemin hazırlık safhası 1991’lerde başlatılmıştır. Aydınlık Dergisi “Şeytan Ayetleri”ni yayınlama yaygarası ile düğmeye basılmıştır. 2 Temmuz Madımak ve Gazi Olayları provakasyonları ile zemin hazırlanarak; Aleviler ve Sol kitleler “radikal siyasi İslamcılara ve şeriatçılara” karşı kışkırtılmış, “Susurluk Olayı” ile de Sabancı Kuleleri’nden verilen ışık sinyali ile “Harekat” başlatılmıştır. Solun tabana vurması ve MHP’in iktidara taşınması için sürecin çarkları çalıştırılmıştır.

2 Temmuz Madımak Olaylarında arkaplanda görev alanları daha sonradan A. H. Veziroğlu’nun DBH/BP kurucuları arasında görüyoruz.O dönem Aydınlık’ta da yazan Alevi geçinen zatlar hala aynı oyunların beşindedirler. Beyinleri dumura uğramış Alevi toplumu; içlerindeki satılık Alevi Ozanı, yazarı ve dernek yöneticilerini hala fark edememektedirler. Bu tip sürüler için Aziz Nesin “Aptal” demişti ki bu söz bile şimdi az geliyor. Çünkü her dönem narkoz ile adeta uyuşturulmuş Aleviler kullanılıyor. Şeytan Ayetleri yayını ve Madımak sonrası Aziz Nesin bu olaylarda kendisinin de oyuna getirilerek “kullanıldığını” söyleyerek Aydınlık’tan ayrılmıştır. Veziroğlu - Perincek şürakası; Alevileri soldan koparıp sağ partilere özellikle de MHP’ye gitmeleri için elinden gelenleri yapmışlardır. Bu iki oluşumdaki Alevi kökenlilere bakıldığında; hepsi bir siyasi hareketlerden gelme “dönmelerle” doludur. Bu kadroların işleri ağa babalarına yaranmak için “provokatif faaliyetler”de bulunmaktır.

Yobazlara kalkan olan Alevi toplumu; “Türk Müslümanlığı” söylemi ile “Toplum Mühendisleri” Alevilerin sırtlarını sıvazlayarak onları sömürmenin ve kışkırtmanın yollarını aradılar ve gerekeni de yaptılar. “Alevilik İslam Dışıdır, Ayrı bir Dindir” ve “Alisiz Alevilik” provakatif ve ajitatif belagatı, kökeni Alevi olmayan “sünni ve kürt” olan öğretmen ve öğrencisi tarafından “piç bir tez” olarak ortaya atıldı. Bu söylemler Alevileri Sünnileştirmenin bir başka yöntemidir. Bu iki kişi de Aydınlık ekibindendi. Aleviliği İslam dışı demelerindeki amaçlarından : Birincisi Alevileri dinsizleştirmek, İkincisi ise Aleviliği sadece Eski Türk dini Şamanizm ve Gök-Tanrı inancı ile örtüştürmektir. Bu söylem sonucunda da Alevileri arasında kaos yaratılmıştır. Birçok Alevi tanımı ortaya çıkmıştır. Üçüncüsü de MHP saflarına Alevileri toplamaktı ki, bunda da kısmen başarılı olundu.

1995-2001 yılları arasında Çorum-Amasya-Tokat-Yozgat-Sivas-Erzincan-Malatya illerinde yaptığım araştırmalarda; Alevi gençler MHP ve Ülkücü kuruluşlarda yer aldıklarını gözlemledim. Alevilik = Türkçülüktür anlayışı; boyunlarında ki Zülfikar ve Bozkurt kolyeleri ile simgelenmektedir. 1980 öncesi bir tek MHP’lin olmadığı Alevi Beldelerinde 95 sonrası Aleviler tarafından MHP ve Ülkü Ocakları teşkilatları açılmıştır. Bu bölgedeki Aleviler “şeriat korkusu ile” FP’liler Belediye Başkanlığını almamaları için MHP’ye oy vermişlerdir. MHP’de bu işten yararlanmıştır. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere büyük şehirlerde Aleviler ve Alevi kökenli eski solcular dahil MHP’ye sıcak bakmakta ve ilişki içindedirler. Bazı Alevi Dernek ve Dergahları MHP yönetici ve kadroları ile irtibatlıdırlar.

MHP bir yandan “şeriat tellallığı” yaparak 1999 seçimlerinde Alevilerden oy alırken, diğer yandan “türban sorununu biz çözeceğiz.” diyerek FP’nin tabanından da oy almıştır. Bu tutumuyla MHP iki yüzlü bir tutum sergilemiştir. MHP tabanı “Türkçü bir yapılanma”dan çok “Şeriatçı-Tarikatçı bir çoğunluk yapı”dadır. MHP’nin aydın kesimi ve yönetim organlarında yer alanlardan bir bölümü gerçek anlamda “Türkçü ve Turancı”dır. Bu bakımdan MHP ve BBP ile FP’si arasında bir fark yoktur; tabanları birbirine geçimli ve kaygan zemindedir. MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin kapatılan FP. Milletvekillerini partiye çağırması da bu durumun göstergesidir. MHP gerçek anlamda Türkçülüğü savunsa “Alevi Kimliği”nin yasallaşması için TBMM’sinde bir çaba gösterirdi ve isterse de yasallaştırırdı. MHP bunlar yapamaz çünkü tabanı ve ideolojisi bağnaz Sünni bir yapıdadır.

Diğer yandan; Devleti yöneten “zinde güçler” : Büyükşehirlerin varoşlarında “Alevi gettoları”nda yaşayan düzene muhalif Alevileri de sisteme entegre ederek; nimeti de külfeti de onlarla paylaşacak bir ortamı yaratmaya çalışmaktadır. Fakat buna rağmen sisteme eklemlenmeyi başaramayan; İstanbul, Ankara,İzmir,Adana, Mersin, İzmit gibi büyükkent varoşlarında tutunabilenlerden “Radikal Sol Örgütler” militan devşirmektedirler. Bu bağlamda sosyolojik olarak “Alevi Gettoları”na bakıldığında; Gazi ve Ümraniye olayları veya F tipi hapishane direnişleri; “sistem dışı”nda kalmış toplumsal katmanların fenomen tezahürünün başat hale gelmesidir. 1923’den günümüze dek, Türkiye’nin modernleşmesine koşut olarak Alevi toplumu feodal ve dinsel teokratik bağnazlığı sosyal yaşamlarından çıkararak laikleşmişler; büyük bir bölümü sisteme entegre olarak refâhdan pay almaktadırlar. Bu nedenle de doğal inanç ve felsefi düşünceleri 1990 sonrası aidiyet kazanarak “Alt Kültürel Kimlik”e dönüşmüştür. Şimdi, Devlet; Alevileri bir yerlere havale edeceğine “Meşru ve Yasal, Hak ve Hukukları”nı tanıyarak özgür ve eşit insanlar olarak toplumsal entegrasyonu sağlamalıdır. Fakat; Alevilerin geleceğini garanti altına alacak teminatları başta Devlet olmak üzere hiçbir kurum vermemektedir. Prof. Dr. İzzettin Doğan’ın yıllardır dilinden düşürmediği Alevilerin sorunlarını MGK çözer söylemleri de bir işe yaramamıştır. Ben ise toplantılarda MGK’nun Alevi Sorununu çözmek istemediğini belirtmişimdir. TBMM’ne güvenmeme anlayışı tehlike yaratmaktadır. Bu karamsar düşünce Alevileri çıkmaz yollara teşvik etmektedir.

FP’nin kapatılması “dar kafalı ve dünyaya at gözlüğü ile bakan Alevi kara cahilleri” sevindirmişse de, bu sevinçlerinin kursaklarında kalacağından bihaberdirler. CHP’yi saf dışı bırakan sistem, şimdi de kendi yetiştirmesi FP’sini kapatmıştır. Aleviler şunu bilmelidirler ki; büyük bir hedef saptırması ile karşı karşıyadırlar. Esas tehlike ve en önemli husus “ZİNDE GÜÇLERİN”: emekçilere ve Alevilere kurulduğundan beri karşı olan MHP’nin tek başına iktidara getirme amaç ve tasarımındadır. Dinci ve ırkçı söylemleri törpüleyerek, merkez sağdan ve soldan transfer kadrolarla “ılımlı” merkez partisi konumuna gelecek MHP ilk genel seçimlerde iktidar koltuğuna oturacak. Bugünden yapılan çalışmalar ve stratejik hedef böyledir. Bu operasyonlarda yine Aleviler yem olarak kullanılacaktır. Bu hassas dönemde sorumlulukları ölçüleri çerçevesinde; Alevi toplumu ve örgütlü yapıları çok dikkatli olmak ve davranmak zorundadır.

C) ÖNCELİKLE NE YAPILMALI ?

1. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne dek Devletin resmi dini: Sünni İslam ve Hanefi Mezhebidir. Bu anlayışla da 12 Eylül faşist yönetimi Anayasa’ya “zorunlu din dersi” koymuştur. Bu anayasal “zorunluluk” laiklik ve özgürlükle bağdaşmaz. İnanç Allah ile kulu arasındadır; ödev insana hak ise Allah’a aittir. Laik Cumhuriyet olduğu farz edilen; “T.C. Anayasa”sında Allah’ın ne işi vardır. Demek ki Türkiye Laik bir ülke değil. Olmadığı da devasa organizasyonu ile “Diyanet İşleri Başkanlığı”ndan belli olup; DİB’de anayasal bir kurumdur. İşte, Alevilerin ilk yapacakları iş: DİB anayasal bir kurum olmaktan çıkarılması ile “zorunlu din dersleri”n de kaldırılması çabası içinde olumalıdır. Ülkemizi ve insanlarımızın kafalarını “örümcek ağları” gibi sarmış “Sünni DİB” örgütlenme çemberinden bir an önce kurtulmalıdır.

2. DİB ve Camilere; Devlet Bütçesi’nden ayrılan pay derhal kesilerek MEB.na aktarılmalıdır. Zorunlu eğitim 12 yıla çıkarılmalıdır. Camiler denetimli bir şekilde cemaatlere ve yerel yönetimlere bırakılmalıdır. İbadet Mekanlarının giderleri buraları kullananlardan alınmalıdır.

3. Alevi toplumu kendi inancını net bir biçimde tanımlamalıdır. Bölüntü ve parçalı tariflerden bir an önce kurtulmalıdır. Bunun içinde acilen; Akademisyenlerden ve Alevi yazarlarından “Bilim Kurulu” ile geleneksel Alevi inancını bugünlere getiren dedelerden bir “Dedelik Kurumu” oluşturulmalıdır. Örgütlü yapılar bir çatı altında toplanmalıdır. Tek ses ve tek yürek olunmalıdır.

SONUÇ OLARAK: Alevi toplumunun; İnanç ve Kültürel hakları, Eğitim ve öğretim özgürlüğü, örgütlenme ve dayanışma özgürlüğü, tarihsel kutsal inanç merkezleri ile mekanlarını koruma ve mülkiyet hakkı, iletişim ve gelişme hakları, kamusal alanlardan yararlanma hak ve özgürlüğü vb. evrensel temel insan hakları “DEVLET”çe güvence altına alınarak; hukuksal ve  meşru temelde yasal bir zemine oturtulmalıdır.

ALEVİLER CUMHURİYETİN DEMOKRATİK VE LAİK KAZANIMLARINA SAHİP ÇIKARAK VE KORUYARAK, MANİPLÜLASYONLARA GELMEDEN, MEŞRU ZEMİNLERDE HAKKINI ARAMALI VE YASAL “KİMLİĞİ”Nİ KAZANMALIDIR.